tel tel tel
Kur'an-ı Kerim'den
(Kim Ellah’a ve Resulü’ne) Hz. Muhammed (asm)’a (îmân etmezse,) o kâfirdir. (Biz de kâfirler için kızgın bir ateş hazırlamışızdır.)
(Fetih, 48/13)
Hadîs-i Şeriflerden
Bir şeyler istemek herhangi birinizi o hale getirir ki, kıyamet gününde yüzünde bir parça et bile kalmamış vaziyette Ellah’ın huzuruna çıkarılır.
(Buhari, Zekat 52)
Dualardan
Ya İlâhî! Bizleri ashab-ı yeminden eyle. Kitablarımızı sağımızdan verdir.
(Hacı Hulusi Bey)
Vecîze
Dünyanın lezaizi zehirli bala benzer. Lezzeti nisbetinde elemi de vardır.
Mesnevî-i Nuriye
İSLÂM’IN BEŞ TEMEL ESASINDAN BİRİ OLAN ZEKÂT

İSLÂM’IN BEŞ TEMEL ESASINDAN BİRİ OLAN ZEKÂT

07.04.2023

“Zekât”, lügatta; “bereket, artmak ve temizlemek” ma‘nâlarına gelir. Zekât vermek, hem insânın malını ve mükâfâtını artırıp maddî ve ma‘nevî bereketi te’mîn ettiği; hem mal ve servetteki fakírin hakkı zekât vâsıtasıyla maldan çıkarıldığı için o malı ma‘nen temizlediği; hem de insânı günâhlardan ve kötü ahlâktan arındırdığı için, bu ibádete “zekât” denilmiştir.

Istılâhî ma‘nâda zekât, “Kur’ân’da sayılan sınıflardan birisine veyâ bir kaçına Elláh rızásı için belli bir malın belirli bir kısmını belirli zamânlarda temlîk etmek” ma‘nâsında İslâm’ın rükünlerinden birisi olan mâlî ibádetin adıdır.

Zekât’ın ıstılâhî ma‘nâsı husúsunda müfessirlerin, müctehidlerin, İslâm álimlerinin ve bütün ümmetin kabûl ettiği ma‘nâ şudur ki: “Zekât, zengîn olan kişinin, belli malından belli bir mikdârını Kur’ân’da zikr edilen sekiz sınıftan bir kısmına veyâ tümüne temlîk súretiyle verilen (müstehak olan eşhása teslîm edilen) maldır.”

Zekât, İslâm’ın ehemmiyyetli rükünlerinden bir rükündür. Farzıyyeti, kat‘í delîllerle sâbit olan muhkem hükümlerden birisidir ki; zarûriyyât-ı dîniyyeden kabûl edilmiştir. Zekâtın farzıyyeti; kitâb, sünnet ve icmâ‘ ile sâbittir. Bu sebeble, zekâtın farzıyyetini inkâr eden şübhesiz kâfîr olur.

“Zekât” kelimesi, Kur’ân’da 32 yerde geçmektedir.[1] Yine “zekât” kelimesi, Kur’ân’da 26 yerde “namâz”la birlikte zikr edilmektedir.[2] Kur’ân’da “sadaka” kelimesi de genellikle zekât ma‘nâsında kullanılmaktadır. Zekâta “sadaka” isminin verilmesinin sebebi, zekâtın malı temizleyip sıhhat ve kemâline sebeb olması, zekât verenin de îmânındaki sadâkat ve kemâline delâlet etmesidir. Ancak, kullanılışta “sadaka” hem farz hem de nâfile olan mâlî ibádetler ve her çeşit infâk için kullanıldığı hâlde, “zekât” sâdece farz olan ibádete denir.

Şerîat-ı Garrâ-i Muhammediyye’de zekât ibádeti farz olduğu gibi; geçmiş peygamberlerin şerîatlarında da zekât ibádeti farz idi. Kur’ân’ı incelediğimiz zamân görürüz ki; Peygamberimiz (asm)’dan önce gelen bütün peygamberlerin ümmetlerine namâz, zekât, oruç gibi ibádetler farz kılınmıştır. Demek, bütün Peygamberlerin dîni olan İslâm, bu dîne intisâb edenlere namâz kılmalarını ve zekât vermelerini emr etmiştir. Hîç bir peygamberin şerîatı bu farzları ihmâl etmemiştir.

Bütün peygamberlerin dini olan İslâm, hangi peygamber zamânında olursa olsun, namâz ve zekât ibádetleri üzerinde durmuş ve bu iki büyük farîzaya çok ehemmiyyet vermiştir. Hîç bir zamân Elláh (cc), ümmetlerden herhangi birisini bunlardan muáf tutmamıştır. Şerîat-ı Muhammediyye’de ise: Fakírlere sadaka vermek, Mekke devrinde meşrû‘ kılındı. Bu husústa pek çok âyet-i kerîmeler mevcûddur. Bugünkü ma‘nâda zekât ise, Medîne-i Münevvere’de farz kılınmıştır.

Evet, zekât, bütün peygamberlerin şerîatlarında mevcûd olan bir ibádettir. Bu hakíkat, zekâtın ne kadar ehemmiyyetli bir ibádet ve bütün peygamberlerin dîni olan İslâm’ın beş temel rüknünden biri olduğunu ortaya koymaktadır. Şerîat-ı Muhammediyye’de ise zekât ibádetine daha fazla ehemmiyyet verilmiş, hem Mekke devrinde, hem de Medîne devrinde zengînlerin mallarında fakír ve miskînlerin hakkı bulunduğu Elláh tarafından beyân edilmiş, zekâtın nerelere verilmesi gerektiği âyet ve hadîsle tesbît buyurulmuştur. Bu sebeble Müslümân, zekâtını Elláh’ın tesbît ve ta‘yîn buyurduğu yerlere vermekle mükelleftir. Zekâtını müstehak olan yerlere vermeyenler, İslâm’ın beş rüknünden birini hedm etmiş olduklarından, şiddetli azâba dûçâr olacaklardır. Zekâtını müstehak olmayanlara verenler, ınd-i İlâhî’de ne kadar mes’ûl iseler; müstehak olmadıkları hâlde fakír ve miskînlerin hakkını gasb edip alanlar da o kadar mes’ûldürler.

 


[1] Bakara, 2:43, 83, 110, 177, 277; Nisâ, 4:77, 162; Mâide, 5:12, 55; A’râf, 7:156; Tevbe, 9:5 , 11 , 18, 71; Kehf, 18:81; Meryem, 19:13, 31, 55; Enbiyâ, 21:73; Hac, 22:41, 78; Mü’minûn, 23:4; Nûr, 24:37, 56; Neml, 27:3; Rûm, 30:39; Lokmân, 31:4; Ahzâb, 33:33; Fussilet, 41:7; Mücâdele, 58:13; Müzzemmil, 73:20; Beyyine, 98:5.

[2] Bakara, 2:43, 83, 110, 177, 277; Nisâ, 4:77, 162; Mâide, 5:12, 55; Tevbe, 9:5, 11, 18, 71; Meryem, 19:31, 55; Enbiyâ, 21:73; Hac, 22:41, 78; Nûr, 24:37, 56; Neml, 27:3; Lokmân, 31:4; Ahzâb, 33:33; Mücâdele, 58:13; Müzzemmil, 73:20; Beyyine, 98:5.

 

Bu yazi 1235 defa gösterilmiştir.

Yorum yapabilirsiniz :

İsim
Eposta ( Sitede görünmeyecek )
Yorum
Doğrulama Kodu
Gönder

Yorumlar :

Henüz yorum yapılmamış.

Muhammed Doğan'ın (Molla Muhammed el-Mûşî el-Kersî) beyanatları Nurmend.com sitesinden başka bir platformda yayınlanmamaktadır. © 2014-2023 | Her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Nurmend - Şerhmend
0.133 sn. deSen
↑ Yukarı