tel tel tel
Kur'an-ı Kerim'den
(Kendilerine bir nezir) peygamber (gelirse, herhangi bir milletten daha çok sırat-ı müstakimde olacaklarına dair bütün güçleriyle Ellah'a yemin etmişlerdi. Vakta ki; onlara nezir) Hazret-i Muhammed (asm) (gelince, bu, onların haktan uzaklaşmalarından başka bir şeyi arttırmadı.
(Fatır, 35/42)
Hadîs-i Şeriflerden
Yöneticilerin en kötüsü, merhametsiz, zalim ve katı kalpli olanlardır.
(Müslim İmare 23)
Dualardan
Ya İlâhî! Ehl-i îmânın bütün hastalarına âcil şifâlar, dertlerine devâlar, yolcularına selâmetler, burçlularına borç elemînden kurtulmalar, ticâretle iştigàl edenlerine doğruluk ve emînlik tevfîk eyle.
(Hacı Hulusi Bey)
Vecîze
Mal sahibi zannettiğin esbab, mal sahibi değillerdir. Asıl mal sahibi, onların arkasında iş gören kudret-i ezeliyedir.
Mesnevî-i Nuriye

BESMELE, BİR SIRR-I İLÂHÎ’DİR

26.02.2021

#CumaDersi

Besmele, on dokuz harfiyle on dokuz bin âlemin miftahıdır. Besmele, bir sırr-ı İlâhî’dir. Hakîkatini ve esrârını anlamak, çok zordur. Hakîkati açılsa, esrârı keşfedilse; ulûm-u evvelîn ve âhirînin hepsi, Besmele içinde mevcûd olduğu müşâhede edilecektir.

Evet, kâinâtta ne varsa, Kur’ân’da vardır. Kezâ kütüb ve suhuf-u semâviyede ne varsa, yine Kur’ân’da vardır. Kur’ân’da ne varsa, Fâtihâ’da vardır. Fâtihâ’da ne varsa, Besmele-i Şerîfe’de vardır. Hatta bu hakîkatten dolayı Kutb-i Şa’rânî, “Âlim, bütün ulûm-u evvelîn ve âhirîni Kur’ân’da; Kur’ân’ı Fâtihâ’da ve Fâtihâ’yı da Besmele’de gören kimsedir.” demiştir. Öyle ise hakîkî bir âlim, Besmele’ye baktığında onun içinde bütün kâinâtı bütün eczâsıyla -mufassalan değil, ama mücmelen- görür. Hem bütün suhuf-u semâviyeyi, hem bütün ahkâm-ı dîniyeyi, hem bütün müctehidîn-i izâmın içtihâdâtını, hem Cennet ve Cehennem’i, tafsîlâtını değilse de fihristesini, haritasını ve esâsâtını, hülâsa bütün ulûm-u evvelîn ve âhirîni, o Besmele-i Şerîfe içinde seyreder. Onun için şu Besmele’yi konuşturan, bütün esrâr-ı rahmet-i İlâhiyye’yi öğrenebilir. Bu esrârı konuşturabilen ve rahmetin tecelliyâtını âlemde anlayan, Vâcibü’l-Vücûd’un payitahtına yaklaşır. الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى âyetinin sırrıyla O Rabb-ı Rahîm’in esrârını, Arş-ı A’zam’dan öğrenebilir. Hem âlemin sırrını keşfedip tılsım-ı muğlakını açabilir.

Hem bu hakîkatten dolayı namâza giren bir mü’min, Besmele-i Şerîfe’yi ve Fâtihâ’yı okumakla bütün Kur’ân’ı okumuş; dolayısıyla bütün kütüb-ü semâviyeyi ve bütün âlemin manasını okumuş olur. Üstad Bediüzzaman (ra) Hazretleri, Sözler adlı eserinde bu hakîkati şöyle ifâde etmiştir:

“Nasıl ki insan, şu âlem-i kebîrin bir misâl-i musaggarıdır ve Fâtiha-i Şerîfe, şu Kur’ân-ı Azîmüşşân’ın bir timsâl-i münevveridir. Namaz dahî bütün ibâdâtın envâ’ını şâmil bir fihriste-i nûrâniyedir ve bütün esnâf-ı mahlûkâtın elvân-ı ibadetlerine işâret eden bir harita-i kudsiyyedir.”[1]

Evet, namâzı kılan insandır. İnsan ise, hem bütün imkân âleminin hülâsası, hem de âlem-i vücûbun, yani bin bir ism-i İlâhî’nin âyinesidir. İşte bin bir ism-i İlâhî’nin merkezî noktası ve bütün âlemin hülâsası olan insan, bütün envâ’-ı ibadeti içine alan bir namâzda, bütün ulûm-i evvelîn ve âhirîni ve bütün âlemi içine alan bir Fâtihâ’yı, başındaki Besmele’yle beraber okuyor. Şu Besmele-i Şerîfe’yi çekmekle insan, sırr-ı ehadiyyete mazhar olur. Yani, Ellâhu Teâlâ, âlemde bin bir ismiyle tecellî ederken; Mi’râc-ı Nebevî gibi bütün âlemi arkasına atıp, Cenâb-ı Hakk’ın cemâlini görmek, herkese müyesser olmaz. Ama Besmele-i Şerîfe’yi hakîkî manada anlayan ve kendi âyine-i ruhunun, bin bir ism-i İlâhî’ye ve hakîkat-i Muhammediyye’ye âyine olduğunu bilen her ferd-i mü’min, sırr-ı mi’râc ile ehadiyyet-i Zât-ı Akdes’i hisseder. Ancak bütün bu manaların inkişâfı, Besmele’nin hakîkatını tam anlamak ve onu hakkıyla söylemek şartıyla olabilir. Besmele-i Şerîfe’nin hakîkatını anlamanın da bir anahtarı vardır. O da salevâttır. Belki denilebilir ki; Besmele salevâtsız, salevât da Besmele’siz olmaz. Bunlar, birbirini ikmâl ve itmâm ederler. O halde rahmet-i İlâhiyye’ye kavuşmak için, salevât-ı şerîfe ile Besmele-i Şerîfe’yi esâs tutmak lâzımdır.

İnsanın, Besmele olmadan rahmet-i İlâhiyye’yi bulması, mümkün değildir. Kur’ân’da ilk olarak nâzil olan âyet-i kerîmenin Besmele-i Şerîfe olması, bize bu dersi vermek içindir. İlk nâzil olan sûre, Alak Sûresi’dir. Fakat âyet olarak Besmele-i Şerîfe’dir. O halde Besmele’yi konuşturamayan, esrâr-ı rahmeti öğrenemez.

Hülâsa: Besmele-i Şerîfe, hem tekvînen bütün kâinâtı içine alan, hem de teklîfen bütün kütüb ve suhufları ihtivâ eden Kur’ân’ın mücmel bir hülâsasıdır. Hem de bütün Kur’ân’ın, dolayısıyla bütün kâinâtın ve bütün kütüb ve suhufların hülâsası olan Fâtiha-i Şerîfe’nin bir fihristesidir. Öyleyse Kur’ân’ın esrârını öğrenmek isteyen, Besmele’ye mürâcaat etsin. Hem âlemin esrârını çözmek isteyen, yine Besmele’ye mürâcaat etsin.

 

[1] Sözler, 9. Söz, s. 41.

Bu yazi 3177 defa gösterilmiştir.

Yorum yapabilirsiniz :

İsim
Eposta ( Sitede görünmeyecek )
Yorum
Doğrulama Kodu
Gönder

Yorumlar :

Bismillahirrahmanirrahim Ellahuekber elhamdülillah sübhanallah rabbim şükür
26.02.2021 09:51 Yunus erdem

Muhammed Doğan'ın (Molla Muhammed el-Mûşî el-Kersî) beyanatları Nurmend.com sitesinden başka bir platformda yayınlanmamaktadır. © 2014-2025 | Her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Nurmend - Şerhmend
0.261 sn. deSen
↑ Yukarı