tel tel tel
Kur'an-ı Kerim'den
İşte Rabbin, zulümkar memleket ahalisini yakaladığında böyle yakalar. Doğrusu O’nun yakalaması pek elem vericidir, çok şiddetlidir.
(Hud, 11/102)
Hadîs-i Şeriflerden
Günlerin en faziletlisi Cuma günüdür. Bu sebeple o gün bana çok salat ve selam getiriniz. Zira sizin salat ve selamınız bana takdim edilir.
(Ebu Davud, Salat 201)
Dualardan
Cenab-ı Hak, sizleri ve sizin gibileri Kur'an hizmetinde sabit-kadem ve fedakâr ve kemal-i sadakatta daim ve muvaffak eylesin, âmîn.
(Barla Lahikası)
Vecîze
Her gün yirmi dört saat sermaye-i hayatı Hâlıkımız bize ihsan ediyor. Tâ ki, iki hayatımıza lâzım şeyler o sermaye ile alınsın.
Şuâlar

GAFLET

08.01.2021

#CumaDersi

 

Gaflet kelimesinin lügat manası; etrafında olup bitenlerden haberi olmamak demektir. Istılâh-ı Kur’an’daki manası ise; kendisine ve âleme bakarken Cenab-ı Hakk’ı ve ahireti hatırlamama haline denir. Yani kâinatı, esma-i İlahiyeye ayine ve ahirete mezraa şeklinde görmemek, dünyaya heva-i nefis hesabına bakmaktır. Mevcudat-ı âlem, bin bir isim ve sıfat-ı İlahiye ile Sani-i Âlem’i tarif ettiği ve ahiretin nümunesi olduğunu gösterdiği ve bu maksad için daimi bir tebeddül ve teğayyüre maruz kaldığı ve zeval ve fena-yı âlemi ilan ettiği halde; ehl-i küfür ve isyan, zeval ve fena-yı âlemi anlamadığı, dünyanın zahiri kısmını bilip iç yüzü olan esma ve ahirete bakan yüzünü görmediği ve okuyamadığı için gaflete düşüyor, bunun neticesi olarak önce ahireti, sonra vücûd ve vahdete şehadet eden âyât-ı tekvîniye ve teklîfiyeyi inkâr ediyor. Gelecek ayet-i kerime ehl-i dalâletin, dünyanın fani yüzüne hasr-ı nazar etmeleri sebebiyle ahiret ve âyât-ı İlahiyeden gaflet ettiklerini şöyle izah etmektedir:

يَعْلَمُونَ ظَاهِرًا مِنَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَهُمْ عَنِ الْاٰخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ

“Evet, insanların birçoğu yalnız bu (dünya hayatından aşikâre olanı bilirler.) Onlar, yalnız maddî menfaatlerini sağlayan, nefsî arzularına hizmet eden şeyleri bilir, ebedî menfaatlerini, selâmet ve saadetlerini te’mîn edecek şeyleri düşünüp kazanmak istemezler. (Ahiretten ise, habersiz olanlar) o ebedî hayatı düşünmeyenler, onu te’mine çalışmayı hatırlarına getirmeyenler, işte (onlardır.) Yalnız dünyanın geçici varlığıyla iktifa edenlerdir. Evet, tam gaflet ehli işte (onlardır.) İnsan, yaratılışındaki hikmet ve gayeyi düşünmelidir, ona göre çalışmalıdır, üzerine düşen vazifelerden habersiz bulunmamalıdır, Ellah ve âhiretten gâfil olmamalıdır.”[1]

  Cenab-ı Hak, tekvînî ve teklîfî âyât-ı İlahiyeyi anlamak, görmek ve işitmek için insana akıl, kalb, göz, kulak gibi maddi ve manevi pek çok cihazat ve cevarih vermişken, insan, heva-i nefsine tebaiyetle o cihazatı dünya hesabına kullanmakla gaflete düşer. O yüksek ve kıymetdar cihazatı hayvanlıktan çok aşağı bir derekeye düşürür. Hayat-ı ebediye esasatını ve saadet-i uhreviye levazımatını tedârik etmek için verilen akıl, kalb, göz, kulak gibi güzel hediye-i rahmaniyeyi, Cehennem kapılarını kendisine açacak çirkin bir surete çevirmekle, en kıymetdar aletleri, en kıymetsiz şeylerde sarfedip nefsine zulmeder.

Eğer insan, kendisine verilen maddî ve ma’nevî cihazlarıyla, bu kâinatta izhar ettiği asarıyla Cenab-ı Hakk’ı bin bir ismiyle tanıyıp iman etse ve bu kâinattaki mevcudatın Cennet ve Cehennem’in nümunesi olduklarını telakki etse ve öyle de iz’an etse ve ona göre hareket etse, yani kâinatı, Ellah ve ahiret hesabına mütalaa etse, o zaman bütün mevcûdât üstünde bir mevki kazanır. Eğer kendisine verilen maddî ve ma’nevî cihazları nefis hesabına kullansa, dünyanın dünyaya bakan vechini görüp dâim onun için çalışsa, o zaman hayvânâtdan daha aşağı bir derekeye düşer.

Mevcûdât-ı âlem, Cenab-ı Hakk’ı bilir, tanır, tekvînî kanunlarına itaat eder. İnsanların kısm-ı ekserisi ise; gaflettedirler. Yani bu kâinatın esma-i İlahiyeye âyine ve âhirete mezraa olduğunu bilmezler. Dünyanın fani ve gayr-i meşru olan yüzüne talib olurlar. Kendi irâdeleriyle Cehennem azabına müstehak olurlar.

Gâfil kelimesinin manası ise, etrafında olup bitenlerden haberi olmayan demektir. Yani gece ve gündüzün ihtilâfından, mevsimlerin inkılâbından, deverân-ı zamandan ve zamanla vücûda gelen hadsiz vefiyyat ve tevellüdattan haberi olmayan, “Şu mevcûdât nereden geliyor, nereye gidiyor, vazifesi nedir?” suallerini düşünmeyen, zeval ve firak-ı âlemi görmeyen, bin bir isim ve sıfatıyla kendisini tanıttırıp sevdiren bir Zat’tan ve O’nun dâimî memleketi olan dâr-ı ahiretten habersiz olan kimsedir. Böyle bir insan için dünya bir mel’abegâhtır. Bu kimse, eski akvamın dûçar olduğu bela ve musîbetten ibret almaz. Başına gelecek şeyleri düşünmez. Kur’an’da geçen inzâr ve tebşîrden ders almaz. Tekvînî ve teklîfî delîller üzerinde tefekkür etmez. Vücûdu, gaybî bir Zat’ın tasarrufunda bulunduğunu, her zaman tebeddül ve tegayyüre maruz kaldığını, halden hale tavırdan tavra intikal ettiğini, çocukluk, gençlik, ihtiyarlık gibi devrelerden geçtiğini derketmez.  Her şey, O Gaybî Zat’ı, tevhîd-i İlâhîyi gösterdiği ve O’nun, haşr-i cismânîyi getireceğine delâlet ettiği halde; o, tevhîd ve haşr-i cismânîden gâfildir. İşte dünyaya böyle bakan ve hayatını böyle geçiren kimseler, Kur’an nazarında “ehl-i dünya” ve “ehl-i gaflet” diye tesmiye edilir.

Gafletten kurtulmak için tevhid ve ahiret inancını her zaman hatırda tutmak lazımdır.

Tevhidi hatırda tutmak için iki yol esas alınmalıdır:

Biri: San’attan Sani’i bulmaktır.

Diğeri: Nimetten Mün’im’i bulmaktır.

Ahiret inancını hatırda tutmanın yolu ise, şu âlemde cereyan eden zevâl ve firâkı, mevt ve fenâyı düşünmektir. Neticede rıza-i İlahiyi ve dar-ı saadet olan Cennet’i kazanmak için amel-i sâlih ve takva dairesinde bulunmaktır.[2]

 


[1] Rum, 30:7.

[2] Semendel Yayınlarından “Dâr-ı Şekâvet Cehennem” adlı eserden alınmıştır.

 

Bu yazi 1556 defa gösterilmiştir.

Yorum yapabilirsiniz :

İsim
Eposta ( Sitede görünmeyecek )
Yorum
Doğrulama Kodu
Gönder

Yorumlar :

Henüz yorum yapılmamış.

Muhammed Doğan'ın (Molla Muhammed el-Mûşî el-Kersî) beyanatları Nurmend.com sitesinden başka bir platformda yayınlanmamaktadır. © 2014-2023 | Her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Nurmend - Şerhmend
0.171 sn. deSen
↑ Yukarı