tel tel tel
Kur'an-ı Kerim'den
(Şüphesiz biz, kâfirler için zincirler ve demir halkalar ve alevlendirilmiş bir ateş hazırladık.) Onlar, kıyamette elleri boyunlarına demir zincirler ile bağlanarak Cehennem ateşine sevk edileceklerdir. Orada ebediyyen azab göreceklerdir. İşte küfrün cezası, böyle ebedi Cehennem’dir ve bu ceza, ayn-ı adalettir.
(İnsan, 76/4)
Hadîs-i Şeriflerden
Rabbiniz arada bir tercüman bulunmaksızın mutlaka hepinizle konuşacaktır. O gün kişi sağına bakar, önceden gönderdiği hayırlı işleri görür. Soluna bakar yine önceden işlediği kötülükleri görür. Önüne bakar Cehennem’i görür. Öyleyse yarım hurmayla da olsa Cehennem’den korunmaya çalışınız.
(Buhari, Zekat 9; Müslim, Zekat 67)
Dualardan
Cenab-ı Erhamürrâhimîn, sizlere rahmet, bereket, saadet ihsan eylesin, âmîn.
(Kastamonu Lahikası)
Vecîze
Cenab-ı Hak hadsiz enva'-ı nimetini nev'-i beşere zemin yüzünde neşretmiş. Ona mukabil, o nimetlerin fiatı olarak, şükür istiyor.
Mektûbat

SIRÂT-I MÜSTAKÎM

03.07.2020

#CumaDersi

 

وَاَنَّ هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يمًا فَاتَّبِعُوهُۚ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

Aziz Kardeşlerim!

Kur’an-ı Kerim’de geçen “sırât-ı müstakím” ta‘bîrinin lügavî ma‘nâsı; “en kısa ve en doğru yol” demektir. Istılâhî ma‘nâsına gelince; Elláh’ın nev-ı beşer için ihtiyâr ettiği ve râzı olduğu, kendilerine in‘ám olunan peygamberlerin, sıddîkların, şehîdlerin ve sálihlerin yoludur ki; o da hak dîn olan İslâmiyyet’tir.[1] Bu yol, maksada, gáyeye ve hedefe ulaştıran en kısa ve en kestirme yoldur. Kezâ, sırât-ı müstakím ta‘bîrinden murâd; tevhîdde, akáid-i hak, usûlü’d-dîn, fürûát-ı a‘mâl ve cümle umûrda istikámettir.

Sırât-ı müstakím, sürekli üzerinde gidilmesi, hayâtın her safhasında ve sâhasında üzerinde bulunulması gereken bir yoldur. Sâliklerini, rızá-yı İlâhîye ve ebedî saádet yurdu olan Cennet’e ulaştıran bir yoldur. Kişinin namâzıyla, orucuyla, ibâdetiyle, duásıyla, teslîmiyyetiyle, tevbesiyle her ân Rabbine doğru gitmeye çalıştığı bir yoldur, bir hayât programıdır.

Sırât-ı müstakím, Elláh’ın, nev-ı beşere üzerinde yürümesini emrettiği bir yoldur. Bu yol, Elláh’ın kendilerine in‘ám ettiği enbiyâ, sıddîkín, şühedâ ve sálihînin yoludur. Gadaba uğrayanların ve dalâlete düşenlerin yolu değildir. Sırât-ı müstakím, i‘tikád, amel, ahlâk ve cemî-ı umûrda ifrât ve tefrîtten ictinâb etmek, vasat mertebede bulunmaktır.

Sırât-ı müstakím, Kur’ân’dır, Sünnettir. Kur’ân ve Sünnet’in umûm nev-ı beşer için açtığı bir câdde-i kübrâdır. Kur’ân’da Rabbimizin biz kulları için seçip sınırlarını tesbît ettiği İslâm yoludur,[2] ubûdiyyet yoludur, gayret ve azim yoludur, teklîf ve mücâdele yoludur. Sırât-ı müstakím, her namâzda Fâtiha-i Şerîfe’de geçen اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَ duásıyla Rabbimizden istediğimiz yoldur. Eğer dünyâda bu yola girmişsek ve âhir ömrümüze kadar bu yolda sebât etmişsek, sonunda bu yol, bizi Cennet’e götürecektir. Bütün peygamberler, bu yol üzerinde yürümüşler ve kendilerine tâbi‘ olanlara bu yolu göstermişlerdir. Elbette bu yolun sağında, solunda, ötesinde, berisinde sapa yollar, tâlî yollar, cinnî ve insî şeytánların yolları da vardır. Târîh boyunca bu müstakím sırâtın başında, insânları inzâr eden, Rabbimizin tavzíf ettiği elçiler vardır.

Sırât-ı müstakím, bütün peygamberlerin aslâ inhirâf etmeden gittikleri bir yoldur. Bu yolda inhirâf düşünülemez. Bu yolun eğriliği yoktur. Bu yolda gidenin yolda kalması mümkün değildir. Bu yolda aldatmak ve maksadın hılâfına sevk etmek yoktur. Bu yolun dışındaki bütün yollar ise, tâlî yoldur, eğridir, sáhibi yolda kalır; giden kişi hem aldanır, hem de aldatır, maksada götürmez.

Sırât-ı müstakímin dışında kalan yollar ise, Kur’ân’ın ifâdesiyle “sübûl”dür.[3] Ya‘nî, pek çoktur. Ádetâ insânlar adedince bilinmeyen ve nereye gittiği belli olmayan yollar vardır. Şeytán ve onun mümessilleri, o yolların başında oturmuş, nev-ı beşeri durmadan sırât-ı müstakímden ayırıp sübûl diye ta‘bîr edilen yollara saptırıyorlar. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, o yolları ve o yolların mümessillerini şöyle ta‘rîf eder:

قَالَ فَبِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَق۪يمَ

“İblîs, bu kötü ákıbetini, Cennet’ten matrûd ve rahmet-i İlâhiyyeden mahrûm olduğunu anlayınca, Cenâb-ı Hakk’a hıtáben, (Dedi ki:) ‘Ey Rabbim! İsyânım sebebiyle (Sen, beni azgınlığa uğrattığından, ben de yemîn ederim ki; elbette onlar için) o Âdemoğullarını şaşırtmak ve saptırmak için (dosdoğru yolun) rızánı kazandıran yolun (üzerinde oturacağım.) O yola gitmek isteyenleri şaşırtıp eğri büğrü yollara sevk edeceğim.’ ”

ثُمَّ لَاٰتِيَنَّهُمْ مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ وَعَنْ اَيْمَانِهِمْ وَعَنْ شَمَٓائِلِهِمْۜ وَلَا تَجِدُ اَكْثَرَهُمْ شَاكِر۪ينَ

“Mel‘ún Şeytán, Âdemoğullarını nasıl şaşırtmaya çalışacağını, nasıl intikámını alıp râhatlayacağını i‘tirâf ederek şöyle dedi: (‘Sonra muhakkak ki, onların) o saptırmaya çalışacağım insânların (önlerinden, arkalarından, sağ taraflarından ve sol taraflarından) böyle dört taraflarından (geleceğim.) Netîcede onların bir çoklarını doğru yoldan saptırmış olacağım (ve) artık (onların çoklarını şükrediciler bulamayacaksın.) Îmân ve ubûdiyyet dâiresinden inhirâf edeceklerdir.”[4]

 

(Semendel Yayınlarından Yasin Suresinin Tefsiri (1) adlı eserden alınmıştır.)

 


[1] Fâtiha, 1:6-7; Nisâ, 4:69; En‘ám, 6:161; Şûrâ, 42:52-53.

[2] Mâide, 5:3.

[3] En‘ám, 6:153.

[4] A‘râf, 7:16-17.

 

Bu yazi 2633 defa gösterilmiştir.

Yorum yapabilirsiniz :

İsim
Eposta ( Sitede görünmeyecek )
Yorum
Doğrulama Kodu
Gönder

Yorumlar :

Henüz yorum yapılmamış.

Muhammed Doğan'ın (Molla Muhammed el-Mûşî el-Kersî) beyanatları Nurmend.com sitesinden başka bir platformda yayınlanmamaktadır. © 2014-2023 | Her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Nurmend - Şerhmend
0.166 sn. deSen
↑ Yukarı