tel tel tel
Kur'an-ı Kerim'den
(Ey îmân edenler! Bir düşman ordusuyla karşılaştığınız zamân, artık sebât edîn, kaçmayın ve kalben ve lisânen Ellâh’ı çok zikredin. Tâ ki, kurtuluşa eresiniz ve nusrete mazhar olasınız.) Çünkü, sabır ve sebât, zikir ve dua maddî ve ma'nevî muvaffakiyetin en büyük vesîlesidir.
(Enfal, 8/45)
Hadîs-i Şeriflerden
Ashabımdan hiçbiri diğer bir kimse hakkında hoşlanmayacağım bir şeyi bana ulaştırmasın. Çünkü ben her zaman gönül huzuru ile yanınıza çıkmayı istiyorum.
(Ebu Davud, Edeb, 28; Tirmizi, Menakıb, 63)
Dualardan
Cenab-ı Hak sizlerden ebeden razı olsun ve sizi muvaffak etsin, âmîn.
(Kastamonu Lahikası)
Vecîze
Umum kardeşlerimizin gelecek mübarek Ramazan-ı Şerifinizi ve geçmiş Berat gecelerinizi bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz. Cenab-ı Hak, onların ve bizlerin hakkımızda bu Ramazan'daki Leyle-i Kadrimizi bin aydan hayırlı ve bin ay kadar medar-ı sevab eylesin, ümmet-i Muhammediyeye saadet ve selâmet versin, âmîn!
Emirdağ Lâhikası

NAMÂZ, BÜTÜN İBADETLERİN FİHRİSTESİDİR

07.06.2019

#HaftanınHutbesi

 

يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ

 

Azîz Kardeşlerim!

Cenâb-ı Hák, okuduğum âyet-i kerîmede meâlen şöyle buyuruyor: “O müttakî mü’minlerin bir vasfı da şudur ki; onlar, namazlarını ikâme ederler.” Yani, “Beş vakit namazı, vaktin evvelinde, ta’dîl-i erkâna riâyet ederek, cemaatle, ciddiyet ve samimiyetle devamlı kılarlar.”  

Namaz, abd ile Sultan-ı Ezel olan Ellah arasında, öyle yüksek bir nisbet, öyle ulvî bir münâsebet ve öyle nezîh bir hizmettir ki; her ruhu celb ve cezbetmek, şu nisbetin ve namazın şe’nindendir. Hem namaz, Sani-i Ezel tarafından her yirmi dört saat zarfında tayin edilen beş vakitte, mi’rac hükmünde olan münâcâtı için manevî huzuruna yapılan bir davettir. Bu davetin şe’nindendir ki; her kalb, kemâl-i şevk ve iştiyakla o davete icabet etsin ve mi’racvârî o yüksek münâcâta mazhar olsun.

Nasıl ki; Fatiha Sûresi, Kur’an’ın hülâsasıdır. İnsan, bu âlemin fihristesidir. Namaz da bütün ibâdetlerin hülâsası ve fihristesi hükmündedir. Yani namaz, bütün ibâdetlere şâmildir, sair esâsât-ı İslâmiyeyi içine almıştır. Meselâ orucun hakìkati namazda vardır ki, namaz müddetince yeme-içme yasaktır. Hem namazda Kâbe’ye dönmek ve Kâbe’yi hayâlen görmek, yâni ma’nen onu ziyâret etmekle, hac ibâdetinin dahi bir hulâsâsı namaz içinde dercedilmiştir.

Hem namazda zekâtın dahi hakìkati vardır. Çünkü zekâtın hakìkati, Cenâb-ı Hakk’ın insâna verdiği ni’metleri onun yolunda sarf etmesidir. Namazda ise, Cenâb-ı Hakk’ın insâna ihsân ettiği üç yüz altmış uzuv ve cümle hissiyyât ve letâifin herbiri kendine mahsûs ibâdet ile huzûr-i İlâhiyyeye girmektedir. İnsân namaz vâsıtasıyla bütün bu uzuvların zekâtını vermektedir. Meselâ kulak, okuduğu Kur’ân’ı dinlemekle vazîfe-i fıtrıyyesini yapmakta ve insân o kulağın zekâtını vermektedir. Göz, secde yerine bakmakla vazîfe-i fıtrıyyesini yapmakta ve insân o gözün zekâtını vermektedir. Dil, Kur’ân âyetlerini ve hadîste geçen mahsûs duâları okumakla vazîfe-i fıtrıyyesini yapmakta ve o insân o dilin zekâtını vermektedir. Namazda Kelâmullah veyâ kelâm-ı Rasûlullah’ın gayrısını okumak yasaktır. Namazda Arapça dahi olsa başka kelâm söylenmez. Mü’min, namazda mezkûr sûrette uzuvlarının maddî zekâtını verdiği gibi, ma’nevî zekâtını da vermektedir. O da tahiyyâttaki salâvâttır. Ammâ, kelime-i şehâdet ise zâten namazda sarâhaten zikredilmektedir.

Namaz, erkân-ı İslâmiyyenin fihristesi olduğu gibi, kâinâttaki umûm mevcûdâtın Ma’bûd-i Zülkemâl’e arz ettikleri ibâdetlerinin de bir fihristesidir. Meselâ, bir kısım mevcûdât ayakta (ağaçlar gibi), bir kısmı rükû’da (dört ayaklı hayvânlar gibi), bir kısmı secdede (toprak, su, ekser cemâdât ve sürüngenler gibi), diğer bir kısmı da kuudda (dağlar ve taşlar gibi) ibâdet ederler. Âyet-i kerîmede şöyle fermân buyuruluyor:

“Görmedin mi, Semâvât ve Arz’daki mevcûdât ve havada kanat çırparak uçan kuşlar Allâhu Teâlâ’yı tesbîh ediyorlar. Onların her biri, namazını ve Cenâb-ı Hakk’a karşı tesbîhini bilir. Allâhu Teâlâ, onların yaptıklarını hakkıyla bilendir.”[1]

Hem melâike-i kirâm da dâimâ Ma’bûd-i Zülcelâl’e ibâdet ederler. Onların ibâdetleri dahi  dört kısımdır. Kimisi yaratıldığı andan tâ kıyâmete kadar Cenâb-ı Hakk’ı kıyâmda zikreder. Kimisi rükû’da, kimisi secdede, kimisi de tahiyyâttadır. Semâvâtta meleğin olmadığı bir karış boş yer yoktur. Hattâ hadîste vârid olmuştur ki: “Meleklerin kesretinden dolayı gök gıcırdar, neredeyse parçalanacak gibi olur.”

Kardeşlerim!

Mâdem bütün âlem, namaz kılar. Her bir mevcûdun, kendine mahsûs bir ibâdeti ve namazı vardır. Öyle ise mahlûkatın reisi olan insan da namazı kılmakla mükelleftir. Kâinatın nizâmına, fıtrî kânûnlarına riâyet etmesi lâzımdır. Madem mevcûdat-ı âlem, umûmen Ellah’a itaat eder, ubudiyetle meşguldür. İnsan da kardeşi olan kâinat gibi Ellah’a ibâdet etmesi lâzımdır. O da kâinatın bir ferdîdir, ebna-i cinsi gibi itaat etmekle mükellettir.[2]

 


[1] Nûr, 24:41.

[2] Semendel Yayınlarından “11. Söz ve Şerhi” ve “Arabî İşârâtu’l-İ’caz Şerhi (2)” adlı eserlerden alınmıştır.

 

Bu yazi 2319 defa gösterilmiştir.

Yorum yapabilirsiniz :

İsim
Eposta ( Sitede görünmeyecek )
Yorum
Doğrulama Kodu
Gönder

Yorumlar :

Henüz yorum yapılmamış.

Muhammed Doğan'ın (Molla Muhammed el-Mûşî el-Kersî) beyanatları Nurmend.com sitesinden başka bir platformda yayınlanmamaktadır. © 2014-2023 | Her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Nurmend - Şerhmend
0.205 sn. deSen
↑ Yukarı