tel tel tel
Kur'an-ı Kerim'den
İşte Rabbin, zulümkar memleket ahalisini yakaladığında böyle yakalar. Doğrusu O’nun yakalaması pek elem vericidir, çok şiddetlidir.
(Hud, 11/102)
Hadîs-i Şeriflerden
Günlerin en faziletlisi Cuma günüdür. Bu sebeple o gün bana çok salat ve selam getiriniz. Zira sizin salat ve selamınız bana takdim edilir.
(Ebu Davud, Salat 201)
Dualardan
Cenab-ı Hak, sizleri ve sizin gibileri Kur'an hizmetinde sabit-kadem ve fedakâr ve kemal-i sadakatta daim ve muvaffak eylesin, âmîn.
(Barla Lahikası)
Vecîze
Her gün yirmi dört saat sermaye-i hayatı Hâlıkımız bize ihsan ediyor. Tâ ki, iki hayatımıza lâzım şeyler o sermaye ile alınsın.
Şuâlar

ÎMÂNIN SIHHATİNİN ŞARTLARI

17.03.2017

 

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذينَ امَنُوا بِاللّهِ وَرَسُولِه ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ فى سَبيلِ اللّهِ اُولئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ

 

            Aziz Kardeşlerim!

 

            İmanın sahih ve geçerli olabilmesi için gerekli olan şartları şöyle sıralayabiliriz:

 

            1) Îmânda şübhe olmamalıdır. Zîrâ, îmân, şek ve şübhe kabûl etmez. Şübhe ile îmân bir arada bulunmaz. O hâlde, inanılması gereken şeylerin tamâmına şeksiz, şübhesiz ve kesin olarak îmân edilmesi gerekir. Îmân esâsları ile ilgili olarak, “Bunlar doğru mu, değil mi? Aslı var mı yok mu?” diye şübhe etmek, kesin bir şekilde kalbin huzûr ve sükûn içinde tasdîk etmesi ma’nâsında olan îmân ile ters düşer. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de mü’minleri şöyle ta’rîf etmektedir: “Mü’minler, ancak Ellah’a ve peygamberine îmân eden, sonra da îmânında şübheye düşmeyen, Ellah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihâd eden kimselerdir. İşte îmân iddiasında sâdık ve doğru olanlar bunlardır.”[1]

 

             2) Erkân-ı îmâniyyenin hepsine birden îmân etmek zarûrîdir. Zîrâ, îmân edilecek şeylerin bir kısmına inanıp, bir kısmına inanmayanın îmânı geçerli değildir. Îmân, bütünlük ister ve îmân esâslarının hepsine birden inanmayı gerektirir.[2]

 

            3) Îmân, ye’s hâlinde olmamalıdır. Hayâttan ümidi kesip, ölümle karşı karşıya gelmeden ve İlâhî azâbla karşılaşmadan önce îmân edilmesi gerekir. Zîrâ, ye’s hâlindeki bir îmân, insâna fayda sağlamaz. Firavun’un îmânı gibi.[3]

 

            4) Îmâna şirk karıştırılmamalıdır. Ellah katında mü’min olabilmek için, insânın tevhîd üzere bulunması gerekir. Îmânına şirk karıştıran kimsenin, îmânı sahîh değildir ve böyle bir kimse hidâyete ermiş sayılmaz.[4]

 

            5) Îmân esâsları kalb ile tasdîk edilmelidir. Zîrâ, îmânın mahalli kalbdir. Bu sebeble, îmânın sahîh olabilmesi için bir insânın sâdece dili ile îmân ettiğini söylemesi yeterli değildir; kalb ile tasdîk etmesi de gerekir.[5]

 

            6) Îmân eden kimse, dînden olduğu kesinlikle bilinen bir hükmü inkâr veyâ tekzîb etmemelidir. Meselâ; bir kimse, dînin bütün hükümlerine îmân ettiği hâlde, tesettür veyâ kısasa kısas gibi hükümlerden birini inkâr veyâ tekzîb ederse mü’min sayılmaz. Çünkü, bu kimse, hakíkatte Ellah’ı, Kur’ân’ı ve Hazret-i Muhammed (asm)’ı inkâr ve tekzîb etmiştir.

           

            7) Îmân eden kimse, ahkâm-ı İlâhiyyenin icrâ ve tatbîkine tarafdar olmalıdır. O hâlde, bir kimse ahkâm-ı İlâhiyyeyi tasdîk ettiği hâlde, o ahkâmın icrâ ve tatbîkine tarafdâr olmazsa kâfir olur. Meselâ; bir kimse, Ellah’a, âhirete, Peygambere ve Kur’ân’a îmân ettiğini söylediği hâlde; “Fâizin yasak olması gibi herhangi bir hükm-i İlâhînin  icrâ ve tatbîk edilmesine tarafdar değilim” derse ve böyle inanırsa kâfir olur.[6]

 

            8) Ahkâm-ı İlâhiyyenin belli bir zamânla mukayyed olmadığına, o ahkâmın bütün zamânlara hükmettiğine inanmak da îmânın sıhhatinin şartları arasında yer alır. Zira ahkâm-ı İlâhiyye, zamânla mukayyed değildir. Ezelden gelmiş, ebede gidecektir.[7]

 

            9) Gerçek manada iman eden bir kimse, dînin bütün hükümlerini beğenerek kabûl eder; hükm-i İlâhîyi küçümsemez; ahkâm-ı İlâhiyyeden yüz çevirmez, dînî hükümleri alay konusu yapmaz, İlâhî emir ve yasakların hepsinin hak ve güzel olduğunu tasdik eder. Bir insân, îmân ettiğini söylediği hâlde Ellah ve Resûlünün hükümlerinden yüz çevirir, onları kabûl etmez ve beğenmezse, îmân etmiş sayılmaz.[8]

           

            10) Mü’min, Ellah’ın azâbından emîn olmamalı ve rahmet-i İlâhiyyeden ümidini kesmemelidir. Yâni, mü’min, havf ve recâ arasında yaşamalıdır. Zira Ellah’ın azabından emin olmak, rahmetinden ümit kesmek küfürdür.[9]

 

            Yüce Rabbim, makbul bir imanı cümlemize nasîb eylesin. Son nefese kadar bizleri imandan, hidayetten, amel-i salih ve takvadan mahrum eylemesin. Âmîn.

Kaynak: Semendel Yayınları Rumuzu'l Kur'an 2


[1] Hucurât, 15.

[2] Bakara 85, 136, 137, 285; Âl-i Imrân 84; Nisâ 150-153, 136,137;      En’am 159; Hicr  91-94; Rûm 31-32.

[3] Mü’min, 84-85; Nisâ 17-18; En’am 158; Yûnus 90-92.

[4] En’am, 82; Yûnus 105; Yûsuf 106.

[5] Bakara, 8; Mücâdele 22; Nahl 106; Mâide 41

[6] Mâide, 44.

[7] En’am, 115.

[8] Nûr, 47-52; Nisâ 59, 65

[9] A’râf, 99. Yûsuf, 87. Hicr, 56.

Bu yazi 7287 defa gösterilmiştir.

Yorum yapabilirsiniz :

İsim
Eposta ( Sitede görünmeyecek )
Yorum
Doğrulama Kodu
Gönder

Yorumlar :

Ellah seni başımızdan eksik etmesin
19.03.2017 20:00 Muttalip

Muhammed Doğan'ın (Molla Muhammed el-Mûşî el-Kersî) beyanatları Nurmend.com sitesinden başka bir platformda yayınlanmamaktadır. © 2014-2023 | Her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Nurmend - Şerhmend
0.117 sn. deSen
↑ Yukarı