Suâl: “Eğer, اَلرَّحْٰنُۙ*عَلَّمَ الْقُرْاٰنَۜ*خَلَقَ الِْنْسَانَۙ*عَلَّمَهُ الْبَيَانَ âyet-i kerîmelerinde geçen ‘ta‘lîm-i Kur’ân’, ‘halk-ı insân’ ve ‘ta‘lîm-i nutk u beyân’ fiilleri arasında zamân i‘tibâriyle bir tertîb yapılacak olsa; takdîr-i kelâm şöyle olur: اَلرَّحْٰنُۙ*عَلَّمَ الْقُرْاٰنَۜ*خَلَقَ الِْنْسَانَۙ*عَلَّمَهُ الْبَيَانَ
Ya‘nî, “Rahmân insânı yarattı. Ona nutk u beyânı ta‘lîm etti. Ya‘nî, ona düşünme, anlama ve anladığını başkalarına anlatma kábiliyyetini verdi. Daha sonra Kur’ân’ı ta‘lîm etti” şeklinde olurdu. Hem, اَلشَّمْسُ وَالْقَمَرُ بُِسْبَانٍۖ “Güneş ve Ay kendi menzillerinde hesâb-ı muayyen üzere cereyân ederler” Rahmân Sûresi, 55:5. âyetinden i‘tibâren anlatılan Şems ve Kamer’in teshíri ve diğer kevnî hâdisât da Kur’ân’ın nuzulünden evveldir. O hâlde, Kur’ân’ın ta‘lîmininin en evvel zikredilmesinin hikmeti nedir?”
Elcevâb: Bunda iki cihet vardır.
Birinci Cihet: Ta‘lîm-i Kur’ân, hılkat-i kâinâtın, bâ-husús hılkat-i insânın ille-i gáiyyesi olduğu içindir. Çünkü, kâinâtın ve insânın yaratılış gáyesi ibâdettir. ibâdetin en mükemmel şeklini ta‘rîf eden ise; Resûl-i Ekrem (asm) ve Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’dır. Mâdem Kur’ân’ın ta‘lîmi, hılkat-i kâinâtın ve halk-ı insânın ille- i gáiyyesidir. Hem mâdem ille-i gáiyye en evvel düşünülür.
Ta‘lîm-i Kur’ân, her ne kadar halk-ı insândan sonra ise de, mukaddem-i tasavvurîdir. Ya‘nî, vücûden muahherdir, tasavvuren mukaddemdir. Onun için, bu Sûre’de evvelâ ta‘lîm-i Kur’ân, sonra halk-ı insân zikredilmiştir. O hâlde, ta‘lîm-i Kur’ân’ın en evvel zikredilmesi, mutábık-ı muktezá-yı hâldir. Üstâd Bedîuzzamân (ra) Hazretleri’nin buyurduğu gibi: “Bir şeyin netîcesi, semeresi evvel düşünülür. Demek, vücûden en âhir, mânen de en evveldir.”
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |